11. Gün: Varanasi-Nepal Sınırı Sunauli

Bapu’yla Masala Çay

Varanasi’deki son günümüzde, tereddüt etmeden yine sabahın 6’sında kalkıyorum. Dün sabah sandaldan izlediğim insanları bu defa yakından gözlemlemek için dışarı çıkıyorum.

Ghatlar, Varanasi, Aralık 2018
Ganj, Varanasi, Aralık 2018
Ganj’da gün doğumu, Varanasi, Aralık 2018
Ganj kıyısında sabah, Varanasi, Aralık 2018
Ganj kıyısında sabah, Varanasi, Aralık 2018
Ghat temizlikçisi, Varanasi, Aralık 2018
Ghat temizlikçisi, Varanasi, Aralık 2018
Çamaşır işi, Varanasi, Aralık 2018
Çamaşırcılar, Varanasi, Hindistan, Aralık 2018
Çamaşırcı, Varanasi, Aralık 2018
Çamaşırcı, Varanasi, Aralık 2018
Çamaşırcı, Varanasi, Aralık 2018
Çamaşırcı, Varanasi, Aralık 2018
Ghatlar, Varanasi, Aralık 2018
Yaşlı adam, baston ve köpek, Varanasi, Aralık 2018
Meditasyon, Varanasi, Aralık 2018
Meditasyon, Varanasi, Aralık 2018
Varanasi köpekleri
Ghat köpekleri, Varanasi, Aralık 2018
Çaycı, Dasaswamedh Ghat, Varanasi, Aralık 2018
Çaycı, Varanasi, Aralık 2018
Cilacı, Varanasi, Aralık 2018
Cilacı, Varanasi, Aralık 2018

Gezintim sırasında bana kartpostal satmaya çalışan biri, yanıma para almadığımı söyleyince çay içmeye davet ediyor. Dasaswamedh Ghat‘ın üst basamaklarındaki bir çay ocağına oturuyoruz. Ortalığın henüz aydınlandığı bu saatte sıcak masala çaylar eşliğinde hem faaliyet halindeki insanları seyredip hem de Bapu’yla sohbet etme fırsatı buluyorum. Turistlere kartpostal satmasının yanı sıra ayurvedik masaj yapıyor, aynı zamanda bir otelde çalışıyormuş. Hayatını kazanmak için üç işte birden çalışan bu insan, kaldığım yere ne kadar ödediğimi soruyor. Fiyat-konfor dengesini uygun bulsa da, “bir dahakine beni bul, daha ucuza yer ayarlarım” diyor. Ellerime hızlıca ayurvedik masaj yapıyor. Yaşımı soruyor. “60” diyorum, gülüyor. “25” diyorum, yine gülüyor: “Bizim için yaşın bir önemi yoktur, önemli olan insanın içindeki enerjidir, senin enerjin güzel” diyor. Galiba bana kur yapıyor! Biraz daha sohbet ettikten sonra kahvaltıya yetişmek için kalkıyorum. Bapu, çalıştığı otelin bulunduğu bir sonraki ghata kadar bana eşlik ediyor. Ayrılırken, “Lord Shiva’ya dua edeceğim yine gelesin diye. Bak göreceksin yine geleceksin” diyor.

Kahvaltı sırasında otel çalışanlarına dün geceki ilahilerin nereden geldiğini sorunca salı ve cumartesi günleri 24 saat ibadet yapıldığını öğreniyorum. Her hafta! Benim karşı kıyıdan geldiğini sandığım sesler de meğer otelin yanındaki mandirden geliyormuş. Ganj manzarasına karşı terasta son kahvaltımızı yaptıktan sonra toparlanıp valizlerimizi lobiye bırakıyoruz. Bizden daha erken ayrılacak olan Lee ile de vedalaşdıktan sonra Varanasi sokaklarındaki son turumuza çıkıyoruz.

Lord Ganesha

Cebimde kalan Rupilerle bir sanat galerisinde beğenip ayırttığım heykelciklerden almak var aklımda. Tercihimi fil kafalı tanrı Ganesha’dan yana yapıyorum. Galeri sahibi, her fil figürünün Ganesha’yı temsil etmediğini söylüyor. Ayırt edici özelliği bir dişinin kırık olması ve şişkin göbeği. Ganesha, Hinduizm’de olduğu kadar Budizm’de de kendine yer edinmiş tanrılardan. Hindu tanrılarının çoğunda olduğu gibi Ganesha da ikilik barındırıyor. Duruma göre ya olayların olumlu gelişmesini sağlıyor ya da buna engel oluyor. Efsanelerde Shiva ve Parvati’nin oğlu olarak geçiyor. Birkaç farklı versiyondan birine göre Parvati, banyo yapacağı sırada içeriye kimseyi sokmaması için kendi yaratıyor bu oğlunu. Kapının önüne dikilen Ganesha, Shiva’yı da içeri almayınca yaratıcı ve yok edici tanrının hışmına uğruyor. Shiva Ganesha’nın kellesini uçuruyor. Bu duruma çok öfkelenen Parvati, Shiva’dan oğluna tekrar can vermesini, kestiği başını da yerine koymasını istiyor. Shiva bu teklifi kabul ediyor ancak dirilttiği bedenin üstüne bir sonra yaratacağı canlının başını yerleştireceğini söylüyor. Ganesha’nın kafası da böylelikle fil kafası oluyor.

Varanasi’den Nepal Sınırı Sunauli’ye Otobüs Yolculuğu

Otelin yakınındaki bir lokantaya yolculuk için ısmarladığımız yemek paketlerini aldıktan sonra, saat 19’da kalkan otobüse binmek üzere, her işi halleden şahane otel işletmecilerinin ayarladığı tuktukçuyla otogara gidiyoruz. Zaman zaman “yanlış otobüse binme vakaları” yaşandığından tuktukçuya bizi otobüse kadar geçirmesi tembih edilmiş. Gişelerden otobüsümüzün peronunu öğrenip tuktuçuya da teyit ettirdikten sonra kendisine teşekkür edip kalkış saatini beklemeye başlıyoruz.

On saat sürecek otobüs yolculuğu sonunda Nepal sınırındaki Sunauli kasabasına varacağız. Sınırı yaya olarak geçtikten sonra Nepal tarafında sekiz saat denilen ama otelcinin söylediği kadarıyla 10-11 saati bulan minibüs yolculuğu sonunda da Katmandu’ya varacağız. Katmandu’dan da taksiyle 5-6 kilometre uzaklıktaki Boudhanath’da konaklamayı planladığımız manastır misafirhanesine gideceğiz. Neresinden baksak en az 24 saat sürecek zorlu bir yolculuk bizi bekliyor. Yine de bir hayalimi daha gerçekleştiriyor olmanın verdiği mutluluk ve heyecan içindeyim.

Otobüsümüz Volvo marka ve yine otelcinin söylediği kadarıyla Hindistan’daki en konforlu otobüslerden. Koltuklar normalden daha fazla geriye yatabiliyor. Ayak kısmında da yukarı doğru kalkan bir bölüm var, dolayısıyla neredeyse yatar pozisyona kadar getirilebiliyor. Gerçekten rahat görünüyorlar. Büfeden tatlı tuzlu abur cuburumuzu da aldıktan sonra yerleşiyoruz. Otobüs şoförü elinde tütsüyle içeri girip şoför koltuğunun yan camına asılı Shiva posterini ve etrafı tütsülüyor. Bu da Hinduların sağ salim gidelim duası. Yolcular arasında bizden başka beş kişilik bir yabancı turist grubu daha var. Nepal’e trekking yapmaya gidiyorlarmış.

Akşamın çoktan çökmüş karanlığında tek şeritli yola koyulduktan iki saat sonra ihtiyaç molası veriliyor. Durduğumuz yerde gözümüze tuvalet çarpmıyor. Erkekler işlerini çayırda hallediyor. Bizden ve diğer turist grubundakinden başka kadın yok. Derdimizi anlatınca bizi arka tarafta bulunan bir odaya yönlendiriyorlar. Odadan geçince arkadaki bahçede bir tuvalet olduğunu anlıyoruz ancak hiç ışık yok, ortalık zifirî karanlık. Telefonların ışığı ve el yordamıyla yolu bulup sırayla giriyoruz.

Tahminlerimizin aksine inişsiz, çıkışsız, virajsız, dümdüz bir yolda ilerliyoruz. Ha bire otobüsün saatine bakıyorum. Dakikalar geçmek bilmiyor, daha çok yol var. Neyse ki sık sık mola veriyoruz. Modern anlamda tesis yok. Daha çok taşrada rastladığımız türden mola yerlerinde seyyar mutfaklarda sıcak yemekler kaynıyor, büfelerde içecek ve abur cubur satılıyor. Tuvaletler parasız. Kapkaranlık yolun ortasında az ışıklı ama açık alanında mutlaka oturmak için bankların ve sehpaların bulunduğu ve mutlaka çay servisinin yapıldığı derme çatma da olsa ihtiyaç duyulan her hizmetin sunulduğu mola alanları bunlar. İnsani boyutları ve modern marketlerin yokluğuyla bize çok sempatik geliyor. Bu arada otobüste ve mola yerlerinde turistliğimizden kaynaklı meraklı gözlerle hiçbir şekilde karşılaşmıyoruz. Nispeten rahat bir yolculuk yapıyor olmamıza ve koltukların bütün konforuna rağmen ikimiz de bir türlü uykuya dalamıyoruz. Neyse ki yolcular arasında gece gevezesi yok; herkes ya uyuyor ya sessizce oturuyor.

Kendimi çok bitkin hissediyorum. Oturduğum, yattığım yerde hiç rahat edemiyorum. Şoför müzik açıyor. Kısık sesle çalmasına rağmen alışık olmadığım bu müzik, uykuyla uyanıklık arasında gördüğüm karmaşık rüyalara garip bir fon yapıyor. Müziği nasıl tarif etmeli kestiremiyorum ama klasik Hint müziğinin elektronikleştirilmiş haline yakın bir şey; sürekli aynı ritim üstünde dönen geleneksel melodiler. “Acaba şoförün kafası iyi olabilir mi” gibi düşünceler geçiyor aklımdan. Uykusuzluk ve yorgunluğun beynimde yol açtığı sıvı dengesizliğinden kaynaklı tuhaf bir ruh hali içindeyim.

İnen yolculardan boşalmış koltuklara geçip iki koltuk üzerine yayıldıktan kısa bir süre sonra hep olduğu üzere tam dalacağım sırada saatin 4’e geldiğini görüp yeniden canlanıyorum. Varış noktasına yaklaşmış olmamız lazım. Pencereden dışarı bakınca karanlıktan başka hiçbir şey görünmüyor. Çayırların ortasından geçen dar bir yolda ilerliyoruz. Nerede olduğumuzu anlamamın imkânı yok. Telefonumdaki haritada da herhangi bir ibare yok. Tek görünen sınıra yaklaştığımız o kadar. Az sayıda kalan yolcu ve diğer turist grup da hareketlenmiş, gelip gelmediğimizi anlayabilmek için soru dolu gözlerle birbirimize bakıyoruz niyeyse.

Nihayet karanlığın içinde bir yerde duruyoruz. Herhangi bir tabela, aydınlatma yok. Buranın son durak olduğunu saatten ve yanına park ettiğimiz diğer otobüsten anlıyorum. Adımımı otobüsten dışarı attığım anda bisikletli rikşacıların “sınıra kadar şu kadar Rupiye götürürüm” tacizleri başlıyor. Hala sıvı dengesini sağlamaya çalışan beynime en ufak bir ses yüzlerce desibel kuvvetinde ulaşıyor. Söylenenleri değerlendirebilmekten çok uzağım. Aklıma valizler geliyor ve muavin sandığım kişiyi uyarmasam bagajdan çıkarmayacak gibi görünüyor. Hemşire içeride sersem bir halde toparlanmaya uğraşırken ben de durumu idrak etmeye çalışıyorum.

Burası sınır değil mi? Karşımdaki hala şu kadar Rupiye sınıra götürürüm diyor! Cebimde ne kadar Rupi kaldığını hatırlamaya çalışıyorum, her şey çok zor. Sinirlerimin gitgide gerilmeye başladığını hissediyorum. Hemşirenin misafir gibi takılması da batmaya başlayıp bütün bunların üstüne tuz biber ekince ekmek parası kazanma derdindeki tuktukçuya çıkışıyorum. Bunun üstüne hemşire de bana çıkışıyor. Fırçayı yiyince anlama kabiliyetim geri geliyor ve sınıra on dakikalık mesafede olduğumuzu öğrenebiliyorum. Valizlerle birlikte rikşaya biniyoruz. Rikşacı “Hint helikopterini” engebeli arazi boyunca çekiyor, asfalt yola çıkınca pedala basıyor. Zifirî karanlıkta, yolu ezbere bilen rikşacının arkasında, aklımdan bin bir tane olumsuz düşünce geçerken bir anda yüzümü gökyüzüne çeviriyorum ve binlerce yıldızın altında yol aldığımızı fark ediyorum. Elimi uzatsam yıldızlara dokunabilirmişim gibi geliyor; o kadar yakınlar. Bir yıldız kayıyor. Biraz önce hırlaştığımızdan hemşireye söylemiyorum.

On dakikadan fazla sürmeyen bu tuhaf yolculuk boyunca hem kendimi tam anlamıyla anın içinde hissetmenin mutluluğunu yaşıyorum hem de kafamdan geçen düşünceleri tahlil etmeye çalışıyorum. Burada bulunduğumuz sürede güneşi çok kere doğurduk ama yıldızların altında bir geceye ilk defa tanık oluyoruz. Hayatımda eşi benzeri olmayan bir on dakika geçiriyorum.

Sınır kapısına yaklaştıkça beliren cadde ışıkları az da olsa yolu aydınlatıyor. Sabahın dördü için etraf hareketli. Çaycılar, yiyecek tezgâhları yol kenarına dizilmiş. Gümrüğün önüne gelince İngilizceyle arası pek iyi olmayan rikşacı biz insek de Hintçe bir şeyler söyleyip valizleri alıkoyup beklemeye başlıyor. Nepal giriş kapısının biraz daha ileride olduğunu öğreniyorum. Önce Hindistan’dan çıkış yapıp ardından yine Hindistan tarafında kalıp biraz daha ileride bulunan Nepal sınırına gitmemiz gerekiyormuş. Rikşacının başta teklif ettiği ve kalan son Hint Rupilerimizle ödemiş bulunduğumuz fiyata öte tarafa gidişin de dahil olduğunu düşünmekle birlikte yine de sorma ihtiyacı duyuyorum. Meğer öbür tarafa gitmek için ayrıca para istiyormuş. “Rupi kalmadı sen git” desem de, “önemli değil döviz bürosunda çevirirsin” diye akıl da veriyor. Hindistan tarafında para çevirmek istemediğimi söylüyorum, pek umursamıyor. Biraz dil döktükten sonra rikşacıyı zar zor ikna edip göndermeyi beceriyorum. Bu arada otobüsten indikten sonra bir anda kaybolan yabancı turistler de geliyor. Nereye kaybolup nereden çıktılar anlamadım. Karanlıkta yürüyerek geldiler anlaşılan. Hep beraber gümrüğün açılacağı saat 5’i bekliyoruz.

Yol kenarına park etmiş içi dolu otobüsten inen biri yanımıza geliyor. Çok iyi İngilizce konuşan bu adam, Hintçeye de hakim olmakla birlikte pasaportunu damgalatmak için bizimle bekliyor. Herhalde başka ülke vatandaşı. Sık sık Nepal’e gittiğinden bahsettiği için kendisinden ihtiyacımız olabilecek bilgiler ediniyorum. Buradan Nepal sınır kapısının olduğu yere kadar bir 10 dakikalık yol daha varmış. Pasaportları damgalattırdıktan sonra bize otobüse katılmamızı teklif ediyor. “Böylece, hem Nepal sınırına kadar yürümek zorunda kalmazsınız hem de minibüs biletine ödeyeceğinizden daha azına, Katmandu’ya kadar otobüs konforunda gidersiniz” diyor. “Rupi yok” deyince muavin olduğunu düşündüğüm başka bir kişi, Dolar kabul ediyor mu diye şoföre sormaya gidiyor. Kabul ediyormuş. Teklif makul geliyor. Pasaportlara Hindistan çıkış damgasını vurdurduktan sonra otobüse biniyoruz ancak sınırı otobüsle geçip geçmeyeceğimizden hala emin olmadığımdan valizleri yanımıza almak için ısrar ediyorum. Otobüs, biraz önce sohbet ettiğimiz kişiyi beklemeden hareket ediyor. “Adamı niye geride bıraktık?” soruma yanıt alamıyorum. Kısa bir süre sonra otobüs duruyor. Önümüzde araç trafiği var. Herkes Nepal sınır kapısının açılacağı saat 6’yı bekliyor. O an kararımı verip hemşire itiraz etse de valizleri yanımıza alıp sınırı kendi kendimize geçmemizin daha mantıklı olacağını söylüyorum. Sınırın karşı tarafında otobüsü bulamayabiliriz, hepsi birbirine benziyor!

Otobüs yol kenarındaki bariyerlerin o kadar dibine park etmiş ki, bagajda olsa alamayacağımız valizlerimiz kafamızın üstünde otobüsten iniyoruz. Ön taraf tamamen tıkalı olduğu için arka taraftan dolaşarak, valizler hala kafamızın üstünde olduğu halde yan yan yürüyerek, büyük bir gayretle düz yola çıkıyoruz.

Valizleri çekerek vardığımız Nepal sınırını, Hintlilere geçiş serbest olduğundan, tek tük de olsa, sağa sola bakmadan dümdüz geçen insanlar var. Biz de onları takip ediyoruz. Kimse durdurmuyor. Ancak pasaportumuzda giriş vizesi olmazsa başımız çok ağrıyabilir. İlk bariyeri geçtikten sonra ikinci ve belli ki asıl bariyere gelmeden “Welcome to Nepal” yazan demir kapının orada durup gevrek gevrek selfie çekerken biri bizi fark edip kibarca yanına çağırıyor. Gümrük memurlarında görmeye pek alışık olmadığımız bir sempatiklikle, yüksekçe bir odanın penceresinden bize gülümseyerek bakan memura pasaportlarımızı uzatıyoruz. Kayıt yapılıyor ancak asıl gümrük ikinci bariyerin orada.

Gümrük ofisinin önündeki bankta oturan birkaç kişi daha var. Bekleşenlerle sohbet ediyoruz. Biri, annesiyle Hindistan’da buluşmak üzere Nepal’den çıkış yapıyor. Bir diğeri grubuyla gelmiş Vietnamlı bir turist rehberi. Hemşire rehbere “koniçiva” diyor aniden. “Japon değil ki!” deyince bu defa bana fırça atıyor. İkimiz de fena halde yorgunuz. Neyse ki çok beklemeden ofis açılıyor. Doldurduğumuz formu, pasaportlarımız ve iki haftaya kadar 25’er Dolar olan vize ücretiyle beraber memura verip bekliyoruz. Toplam 15 dakika süren işlemlerden sonra gümrük ofisinden çıkıp minibüslerin bulunduğu garaja doğru yürürken havanın aydınlanmış olduğunu fark ediyoruz. Böylece bir gün doğumunu daha bu defa tam olarak Hindistan-Nepal kara sınırında yaşamış oluyoruz.

About the author

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir